İstanbul’a yakın gezi destinasyonlarının hem doğal güzellikleri hem de tarihi noktaları ile başını çeken İğneada’dan söz edeceğim bu yazıda. Yolculuk süresinden otel önerisine, görmeden geçmemeniz gerekenlerden yemeden geçmemeniz gerekenlere kadar her şey bu rehberde!
İğneada, Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı, Trakya’nın Karadeniz sahilinde bir belde. 22 kilometrelik bir sahile sahip ve bağlı olduğu ilçeye 26, Kırklareli il merkezine 100 kilometre uzaklıktadır. İstanbul İğneada arası ortalama 3.5 saat (225 km).
İğneada ve Çevresinde Gezilecek Yerler
Bir gece konaklamalı iki günlük bir planla İstanbul İğneada istikametinde birinci gün:
1. Avcılar Köyü ve Zindan Dere Şelaleri
2. Longoz Ormanları Milli Parkı ve 5 Lagün Gölü
3. İğneada Merkezi ve Sahili
4. Limanköy ve Fransız Feneri
5. Beğendik Köyü, Bulgaristan Sınırı, Karadeniz Sahili
6. Sislioba Köyü ve Kalesi
İğneada konaklamalı ikinci gün dönüş istikameti:
7. Demirköy Fatih Dökümhanesi
8. Demirköy Dupnisa istikametinde akan çay üzerinde kurulmuş karavanda kahve molası ve çay üzerinde salıncak keyfi
9. Dupnisa Mağarası
İstanbul’dan hareketle çıktığımız yolda İğneada yönünde ilk durağımız Avrupa’nın en büyük longoz ormanı olma özelliği taşıyan İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı oldu. (Aslında ilk olarak Avcılar’a gittik ama çocuklarla şelale yolunu gözümüz kesmedi, dik ve uzun bir yol!) Yolculukda iki yanı hayal dahi edemeyeceğimiz çeşit ve yer altı sularından beslenmelerinden dolayı upuzun ağaçlar bize eşlik ediyor. Vardığımızda ise bizi bu manzara karşılıyor, milli park içerisinde bulunan Hamam Gölü…
Ülkemizin Kuzeybatısı’ndaki Karadeniz kıyılarının en muazzam güzelliklerinden biri olan İğneada Ormanları’nın en büyük özelliği, subasar longoz ormanı türünde olması. Türkiye’de longoz (subasar) özelliğe sahip alüvyal karakterdeki birkaç ormanlık alandan biri olan İğneada Ormanları, Avrupa’da da nadir bulunan bir ekosistemdir.
Kuzeydoğusunda Yıldız Dağları (Istranca Dağları)’nın bulunduğu İğneada Ormanları, içerisinde bulunan İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’nda 5 tane koruma altına alınmış, çok çeşitli balık türlerine ev sahipliği yapan (Av yasağı olan) göl bulunmakta. Bu göller; Mert Gölü, Erikli Gölü, Hamam Gölü, Saka Gölü, Pedina Gölü.
Geçtiğimiz yıllarda Karadeniz Kıyısı’ndan göllere doğru kano turları düzenleniyordu ama maalesef artık yok. Arabasına kanosunu atıp gelenler herkesten şanslı bu gezide! Göllerin ve manzaranın tadı ancak öyle çıkar zira… Arzu ederseniz İğneada Resort Otel’in rehberi ile iletişime geçip Mert Gölü’nde saatlik kano turu yapabilirsiniz.
İğneada Resort Otel Rehberi Halil Bey 0545 723 17 09
Atv turları, yürüyüş, kamp gibi etkinlikler de yapabilirsiniz bu gezide.
Ayrıca şunu söylemeliyim; ormanlardaki ağaçların sonbaharda derelerden göllere doğru dökülen yaprakları ile yaşanan şöleni vaktinde gidip görmeli!
Doğa yürüyüşü ve göller gezisi sonrası İğneada Merkez’de kalacağımız otele yerleşiyoruz. İğneada’da alkolsüz otel maalesef yok! Tanıdık pansiyon falan varsa ne ala kalırsınız yoksa bu otellerden birinde konaklamak durumundasınız. Otelden yana bizim tercihimiz ise yeni olması ve konumu sebebi ile İğneada Parlak Resort oldu. İyi bir kahvaltısı ve temiz odaları vardı. Yeni yapılan bu otelin odalarına mavi spreyle şekil verme fikri kimden çıktıysa yazık olmuş! İnanılmaz feci bir görüntü, söylemeden geçmeyeceğim, tarz olsun diye heba edilen odalar…
Gezme anlayışınız bol yemeli, farklı tatlar denemeli ise maalesef burası sizi pek doyuracak bir bölge değil çünkü alkolsüz mekan tek tük. Merkezde yemek yemek için yer araştırırken alkol var mı diye sorunca; ” Abla içerde var, bahçede yok.” yanıtını alınca iki yerden biraz ümitsizliğe kapıldık ama üçüncü denememizde aile işletmesi olan Kardeşler Kasap‘ta olmadığını duyunca hemen oturduk. İstanbul’dan çıkınca maalesef bir çok şehirde eli yüzü düzgün lokanta bulmak zor. Ama lezzetler fena değil. Menü de seçenek çok! Sulu yemek, pide fırını, kebap çeşitleri… Fiyatları da oldukça makul. Dediğim gibi buralarda lüks beklentiniz olmasın, sıradan bir lokanta.
Ayrıca merkezde köy pazarlarına denk gelirseniz farklı reçelleri alabilir, bölgenin meşhur balından bol stok yapabilirsiniz. Mayıs ayının ilk haftası Nevruz kutlamaları da renkli geçiyor burada…
Yemeğin üzerine bölgenin meşhur tatlısı höşmerim diğer adı ile peynir helvası denemeye değer. Dondurması da bulunan sahildeki Balaban’a uğrayabilirsiniz.
Yemek ve tatlı sonrası yeni rotamıza yol alıyoruz… Karadeniz’in en ucunda, uzun yıllardır ayakta duruyor İğneada Feneri. Bunca yıldır, 40-50 metrelik uçurumun üzerinden, 10 saniyede iki çakarak karşılıyor Türkiye’ye giren gemileri ya da uğurluyor… Her işin hikayesi vardır elbet ama fener nöbeti tutan ailelerin ki bir başkadır…
1866’da Fransızlar tarafından yapılan İğneada Feneri, yüz yıldan fazla bir süre gaz yağıyla çalıştı. Gaz yağının verdiği cılız ışık kristalle büyütülüyordu. 1979’da asetilen devreye girene kadar böyle çalıştı. Her akşam hava karardığında, 25 litrelik tenekelerden gaz boşaltılır, fenerin çarkları harekete geçirilirdi, çarklar fener boyunca sarkan topa bağlanır, topu kurmak için iki saatte bir koca tokmağı çevirmek gerekirdi. Bu, “gece nöbeti” demekti; bütün gün çiftçilik, hayvancılık, çocuklar, ev/fener temizliği, gece de bunun üzerine uyku yoktu; iki saatte bir kalkılacak, o tokmak çevrilecekti.
Görmeyi en çok arzu ettiğimiz noktaya ilerliyoruz şimdi! Türkiye’nin Karadeniz kıyısındaki en batı noktası olan Beğendik Köyü’ne… 3 kilometre uzunluğundaki sahili muhteşem! Karadeniz’in tipik anlık derinleşen denizi… Su tertemiz ve berrak! Hava yüzme kıvamında değil ama paçaları sıvıyoruz hemen! Kumsalı ise merkeze uzak olması sebebiyle her dönem oldukça tenha. Böylesine güzel bir yerde bir restoran olmaması ise çok üzücü. Barınak tarzı, birasını alıp gelenlerin olduğu bir restoran-cafe var ama bizlik değil, onu saymıyorum!
Sahile ulaşmak için; memleketin giriş noktası diyebileeğimiz küçük ve çok güzel bir konuma sahip olan köyün içinden geçtikten sonra karşınıza ansızın çıkacak olan Sahil tabelasını takip edebilirsiniz. Biz bir hevesle ilerlerken askeri alana girip uyarıldık, siz dikkatli olun!
Sarpdere-Dupnisa Mağarası yolu üzerinde karşımıza çıkan bu güzellikten hiçbir blog bahsetmemişti. Görünce elimiz ayağımız boşandı resmen! İsmi de çok afili; Avcı Şeko Uyumsuzun Yeri. Bir otobüsü mutfağa dönüştürüp önüne de tahta sandalyeler… Kahve, çay sucuk-ekmek bir de çayın üzerine kurulmuş bir salıncak.
Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı Sarpdere Köyü’nde bulunuyor Dupnisa Mağarası. Istranca Ormanları’nın içerisinden köyleri, dereleri dele dele geçiyoruz. Aracı pakedip köylünün kurduğu yerel ürünlerin satıldığı tezgahlar arasından varıyoruz mağara yoluna. Uçsuz bucaksız merdivenleri tırmanmaya başlıyoruz, kaç merdiven çıkacağımızı bilmeden… 10-15 dakika sonra mağaraya giriyoruz. (Yukarıya çıkmadan 5 TL karşılığında biletinizi almayı unutmayın.) Türkiye’nin en bilinir mağaralarının başında geliyor Dupnisa. 2720 metre uzunluğa sahip ve üç kısımdan oluşuyor. Sulu, Kuru ve Kız mağaraları… Sulu Mağara 15 Kasım-15 Mayıs tarihleri arasında yarasa üremesinden dolayı kapalı ama diğerleri her daim turizme açık. Muhteşem bir atmosfere sahip bir mağara!
Yaklaşık dört milyon yıldan beri oluşum ve gelişimini sürdüren büyük bir yer altı sistemi. İçinde sürekli akan bir yer altı nehri ve bu nehrin oluşturduğu, derinliği yer yer 2 metreyi aşan göller bulunuyor . Mağarada, zengin damla taş oluşumları mevcut. Süt beyazdan kırmızı ve kahverenginin her tonundaki renklere sahip; dev boyutlara ulaşan sarkıt, dikit, sütunlar; perde, bayrak damla taşları ve damla taş havuzları ile hayranlık uyandıran bir görünüme sahip. Bu muhteşem görüntünün yanında, kısa mesafeler dâhilinde değişiklik gösteren mağara havasının, sağlık açısından olumlu olduğu düşünülüyormuş burada öğreniyoruz. Üst katlar sıcak (ortalama 17 derece) ve kuru olmasına karşılık, ana mağara daha serin (10-12 derece) ve nemli.
Ayrıca mağaranın çevresi mesire alanı. Akan derenin yanında mini bir piknik yapmalı muhakkak veya sucuk ekmek stantlarına uğramalı.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1453 yılında İstanbul’un fethinde kullandığı topların güllelerinin dökültüğü yer burası. Şu an kalıntıları bulunan bu dökümhanede kazı çalışmaları sürüyor. Ne acı ki yanında bulunan dökümhane çayhanesinde daha fazla tarihi eser görmek mümkün!
Varsa sizin de muhakkak gidin diyeceğiniz noktalar herkesin faydalanması adına yorumlara bekliyorum.
İyi gezmeler, yolunuz açık olsun!
No Comments